Photo by Fröken Fokus on Pexels.com
Suçun ve suçlamaların bittiği bir dünya hayal ediyorum, ve de yargılamaların…🙏
Suçun ve suçlamaların bittiği bir dünya hayal ediyorum, ve de yargılamaların…🙏
Tüm bu olanların anlamı neydi? Ne yapmaya çalışıyordu? Niyeti neydi? Anlayamıyordu, anlamlandıramıyordu… Kafasından bin tane düşünce geçiyordu. Acaba onun kafasından neler geçiyordu? Bunu bilmenin imkanı var mıydı?..
Duygularını da anlayamıyordu, koca bir hiçlik gibi… Kızsa mıydı acaba? Ya da aldırmasa mıydı? Yapacağı tanımlamaya göre sanki hissi de değişecekti!..
Tüm bu düşünceler zihnini meşgul ederken, meditasyon sırasında hocanın söylediği ‘bırak analiz etmeyi!, bırak tanımlamaya çalışmayı birşeyleri!, her neyse o!… Herşeye bir ad koymak, çerçevesini yapmak gerekmiyor… Duygular da öyle! Bir an kızmışsındır, belki sadece bir an sonra birşeye gülmüşsündür… Hiçbir şey sabit değil! Herşey değişken ve akışkan, aynı an gibi!’ sözleriyle irkildi, kendine geldi…Ne gereksiz bir yüklenmeydi kendine yaptığı!… Ne çok yoruyordu kendini bu tarz düşüncelerle!…Farketti o an!…💫
Sade uzun süre sonra ilk defa evden çıkmıştı, özlemişti denizin kokusunu, martıları, temiz havada yürümeyi…. Neyse ki bitmişti bu karantina günleri ama ona kattıkları çoktu evde kalmanın, kendiyle kalmanın. ‘Benim tutkum ne?’ diye daha çok sormuştu. İşlerin, çocukların koşuşturmacasından unuttuğu tutkusunu hatırlamıştı. Tutkusu yazmaktı ancak aktarma, paylaşma arzusu da taşıyordu içinde. Blog yazmak iyi bir yoldu bu tutkusunu gerçekleştirmek için…
Kararında netleştiği andan itibaren hücreleri sanki bir farklı titreşiyordu, frekansı yükselmişti, daha canlı hissediyordu. Uyanmak için çok önemli bir sebebi vardı artık. İlk yazısını paylaştığı andaki hissettiği tatmin tanımsızdı. Kalbinde kelebekler uçuşuyordu, keyifli bir mutluluk hali, yaşam amacını bulmuş gibi hissediyordu. Kendi yaratım havuzundan çıkan sözcüklerle dans etmiş, sanki farklı bir boyuta açılmıştı. İlham kanalına, yaratıcı kanala açıldığını hissediyordu.
Daha ilk yazıdan sonra ‘neler yazabilirim, ne hakkında yazabilirim’ diye düşünmeye başlamıştı. Odağı %90 yazmadaydı. Bu aşktı… Ailesiyle konuştuğu zaman, bir film ya da bir video izlediğinde ya da günlük hayatta yaşadığı diyaloglardan bile nasıl esinlenebilirim diye düşünmeye başlamıştı. Resmen ufku açılmış, farkındalığı artmıştı.
Çocuklarını ya da eşini daha bir dikkatle dinliyor, duygularını daha çok anlamaya çalışıyordu. Okuduğu kitapların sürekli altını çiziyor, notlar alıyordu. İnstragramdan izlediği canlı yayınlarda bile elinde hep bir kağıt kalem vardı artık. Adeta ilhamını kovalıyordu.
Sabah saatleri onun için muazzam saatlerdi. Harika fikirlerle dolup taşıyordu. Sanki zihinsel yetenekleri artmış, beyni açılmıştı. Aklına sürekli sorular ya da konular geliyordu, Akan bir fikir, konu, cümle, söz ne varsa yazıyor ya da notlar alıyordu. Bazen birinin söylediği tek bir söz bile ilham kapısını açabiliyordu.
Kendine şu soruyu sordu: ‘Aktarmak istediklerimi nasıl daha farklı aktarabilirim?’ Öncelikle samimi ve kalpten yazmaya inanıyordu. Hissederse bu his karşı tarafa da geçecekti…. çünkü duygular bulaşıcıydı. Belki paylaşmak istediklerini bir öykü, anı, mektup ya da günlük gibi aktarabilirdi. Biliyordu ki kendi yazarken keyif alırsa, okuyan da keyif duyacaktı. Kelimelerin dünyasında gezinmekten çok mutlu oluyordu.
Bir isteği de ifadenin ustası olmaktı ve blog yazmak bunun için mükemmel bir araçtı. Her geçen gün sözcükleri güçleniyor; araştırma, okuma, yazma ile farkındalığı ve kültürü arttıkça iletişim yetenekleri de gelişiyor, kurduğu diyaloglardan da daha çok keyif alıyordu. Sanki büyülü bir dünyaya adım atmıştı.
Yazmanın aynı zamanda iyileştirici gücü vardı ve uzun süredir bunu deneyimliyordu. Hiçbir duygusunu içine atmıyor, onlarla yüzleşme cesaretini gösterip, yazarak dışavuruyor ve zihnini boşaltıyordu. Yazmak kendini daha iyi tanımasını, kendini keşfetmesini sağlıyordu. Artık onun için yepyeni bir dünya açılmıştı, internet bir dünyaydı. Düşündüklerini yazıya döküp paylaşmak muhteşem bir eylemdi, çoğalmak, genişlemekti…
Araştırmalarından bu işte sabırlı olması ve düzenli yazılar çıkarması gerektiğini öğrenmişti. Arzu ateşi devam ettikçe yazacaktı, özden, kalpten ve de ilhamdan…💫🧚♀️
Sabahları uyanır uyanmaz zihnimin tozunu alıyorum, temizlik iyi geliyor!… Nasıl mı? Sabah sayfaları yazıyorum. Yaklaşık üç yıldır bu çalışmayı yapıyorum…
Aslında çocukluğumdan beri günlük tutuyorum. Herhangi yaşadığım bir olay veya durum beni etkilediğinde, duygularımı daha çok yazarak ifade ediyorum. Üç yıl evvel okuduğum Sanatçının Yolu adlı kitapta da sabah sayfaları yazma çalışması öneriliyordu. Yargılamadan, sansürsüzce, pozitif negatif farketmez, kendine dürüst bir şekilde kaleminden ne akıyorsa en az bir üç sayfa yazıyorsun… Bu çalışma hem yaratıcılığı artırıyor, hem de zihnini boşaltıp yeniye yer açıyor…
Bir de ben bu çalışmayı sol el ile yapıyorum… Yıllar evvel katıldığım bir kişisel gelişim eğitiminde sol el ile yazmamız önerilmişti, bilinçaltı açığa çıksın diye… Sol el sağ beyni aktive ediyor, sağ beyin de sanatın, yaratıcılığın, sezginin olduğu taraf… Aynı zamanda sol el ile yazmak sağ ve sol beyin yarım küreleri arasında daha fazla bağlantı kurulmasını sağlıyor…
Günün ilk işi yazmak olunca bazen gördüğüm rüyaları da yazıyorum, müthiş bir rahatlama sağlıyor, bir çeşit terapi aslında, yazarak terapi… içinde ne varsa dışarı aktarmış oluyorsun, farkındalık sağlıyor… Sabah uyandığımızda beyin dalgalarımız alfa seviyesinde, yani en rahat hissettiğimiz anlar… Genelde doğayla eşzamanlı uyandığım için bu çalışmayı kolaylıkla yapabiliyorum… En güzel tarafı da çok güzel fikirler, vizyonlar gelebiliyor, ilham kanalına bağlandığımı hissediyorum… Çoğu blog yazımı da sabahları yazıyorum, o an akabiliyor sözcükler kendiliğinden, şahane bir duygu bu!… Şimdi gelsin diğer sabah rituellerim! 🧚♀️😊
Eşikte duranlar… Yaşamın kıyısında duranlar… Yaşamak isteyenler aslında gümbür gümbür ancak düşerim diye korkup eşikte bekleyenler… Bilinmezlikten ürkenler… Oysa tüm o güzellikler bilinmezliklerde saklı değil mi? Yaşamak denen şey deneyim değil mi? Hadi ne bekliyorsun? Geç artık şu eşikten! Güven kendine, herşey çok güzel olacak! Tüm hücrelerinde yaşadığını hissetmek, tam anlamıyla yaşamın içinde olmak!
Bırak artık içinde konuşan ebeveynin sesini dinlemeyi!.. Bu hayatı seyretmeye gelmedin sen! Sınırlarını nasıl aşabildiğini gördün, başardıklarını bi düşün! Yaşa bu hayatı gönlünce! Kalbine güven! Bedeninin bilgeliğine güven! Bilirsin beden asla yalan söylemez! Çık zihninden in bedene! Duyumlarını takip et! Hislerine odaklan, ne diyor? Farket!… Usul usul konuşan o sesi duy! Eşikte durma artık! Balıklamasına dal hayata! Herşey çok güzel oluyor! Kalbine güven!
Yeni niyetlerimden biri de mindfullness ebeveynlikti… Bu niyeti yazdığım gün karşıma youtubedan sevgili @zeynepaksoy ‘un reset adlı kanalından ‘çocuklarınıza tutunun’ adlı bölüm çıktı. Bu bölüm Dr.Gabor Mate ve Dr.Neufeld’ in aynı isimli kitabı ile ilgiliydi. Yazarlar kendi çocuklarıyla yaşadıkları problemlerden yola çıkarak bu kitabı yazmışlar. Ders çalışır gibi notlar aldım, bu notların derlemesini paylaşmak istiyorum:
Büyürken, özellikle ergenlik döneminde çocuklar için arkadaşları ailelerinden daha önemli olmaya başlıyor. Çocuklar ailesi ile evde kalmak yerine arkadaşlarını tercih ediyor. Çocuğun yörüngesinde kim olduğu çok önemli. Çocuklara, arkadaşlarının yörüngesinde olmak hiç de iyi gelmiyor. Arkadaşlıkları ne kadar sağlam? Ergenler arkadaşlarını aile gibi görmeye başladıklarında intihara varan durumlar olabiliyormuş! ‘Çocuklarınızın yörüngesi size dönsün’ diyor yazarlar…
Ergen olunca odasına kapanan, yemeğe gelince suskun olan, sonra odasına geri dönen, anne babasıyla hiç bağ kurmayan çocuğu, aile aynı evin içinde kaybetmeye başlıyor.
Çocuklarımızın yanında nasıl varolduğumuzu keşfetmemiz önemli!
Ergenler az konuşuyorlar, onları azarlamak daha olumsuz sonuçlara yol açıyor. Ebeveyn çocuğunun onlara karşı bir davranış problemi olduğunu söylüyor ancak bu bir davranış değil ilişki problemi!
Ergen yörüngesini arkadaşlarına çeviriyor sanki ailesini arkadaşlarıyla aldatıyor gibi bir durum…
İnsan ilk doğduğu andan itibaren bağ kurmak üzere yaratıldı, yoksa ölür. Bağ kurmak temel ihtiyaçların da ötesine geçen bir durum… Aslında bu bağ kurma yer çekimi gibi hiç düşünmememiz gereken bir şey.
Eğer bağlar iyi ise çocuk içgüdülerini dinleyebiliyor ancak bağlar iyi değilse çocuğun içinden gelen şeyler de iyi olmamaya başlıyor.
Yaşadığımız dünyada bağlar iyice azaldı. Bunu farketmek için farkındalık lazım. Bağ kurmak konusunda bir örnek: yürüyüşe çıktın ve kayboldun, o zaman etraftaki çiçekleri, ağaçları farketmiyorsun, bütün enerjini yolunu bulmak için harcıyorsun. Psikolojik olarak da yörüngeni kaybettiğinde aynı şey oluyor, çocuklar kim olduklarını, neyin iyi olduğunu bilemiyorlar, bu durumda çocukların yardıma ihtiyaçları oluyor. Çocuklar en çok fiziksel olarak zarar görmekten ve psikolojik olarak kaybolmaktan çok korkuyorlar.
Bazen insanlar daha erişkin yaşlarında bile anne babasını kaybettiğinde kayboluyor, yörüngesini o kadar çok ebeveyne çevirmiş ki, o kişi gidince özlüyor. Bir de çocukları düşünün, 24 yaşına kadar karakterleri tam oturmuyor, onların yörüngelerini kaybetmeleri hiç iyi bir his olmuyor!
Bağ kurma paternlerinin çocukların üzerindeki etkisi yeni anlaşılmaya başlandı. Çok güzel bir söz var ‘Çocuğunu anlamazsan ona katlanamazsın’. O yüzden nasıl bağlar kurulduğunu farketmemiz çok önemli. Arkadaşları etrafında yörüngelerini oturtan çocuklar daha basit bağlanma yollarıyla kalıyorlar, kompleks olanlara geçemiyorlar.
6 çeşit bağlanma yolu var:
1.Sadece fiziksel yakınlıkta olduğu için bağlanmak: Bebeklik döneminde görülen bağlanma şekli; görerek, koku hissederek, ses duyarak gelişir. Bebek fiziksel olarak yakınında biri olsun istiyor. Bir insan ne kadar az olgun olursa sadece bu fiziksel bağlanma seviyesinde kalıyor. Tek istedikleri yan yana olmak, ilkel, yanyana ama yüzeysel konuşma… Bu tarz bağ iletişimle ilgili değil! Bu tarzda yeter ki arkadaşlarımın yanında olayım, ne dediğimiz önemli değil gibi bir güdü var. Bu bozulmuş bir güdü…
2.Aynı, benzeri olmak: İkili yaşlarda başlıyor. Çocuk en yakın hissettiği kişiye benzemeye çalışıyor, aynı davranıyor. Günümüzde çocukların kelime hazineleri daha düşükmüş, ebeveynlerine bağlanacaklarına, arkadaşlarına bağlandıkları için.. Çocuklar günümüzde dili, konuşmayı, yürümeyi, görüntü ve hareketlerini özdeşleştikleri kişiden öğreniyorlar. Ne kadar az özgür bir insansa bu çocuk, o kadar fazla oluyor özdeşleşme hisleri. Örneğin şarkıcılarla özdeşleşme oluyor, bir popstar ebeveynin yerini alabiliyor.
3.Ait hissetmek, sadık olmak: İkili, üçlü yaşlarda gelişiyor, küçük çocuk yakınındaki kişiye benim demeyi seviyor. Ergenler de o arkadaş benim demeye başlıyor, bazen bu ölüm kalım meselesi haline gelebiliyor. ‘Bu benim arkadaşım’ bunun arkasında büyük sadakat var, doğru yanlış farketmez taraf tutma var, sır tutma var. Bu da olgun bir bağlanma şekli değil… Yörüngesi kendi yaş grubuna dönmüş ve kızlarda daha çok görülüyor bu bağlanma şekli!
4.Biri için önemli olmayı aramak: Okul öncesi dönemde hep bir onay arama başlıyor çocuklarda. Bazen kötü bir bakış, ya da onaylanmadığını hissetmek çocukları çok olumsuz etkiliyor. Ergenlikte de yörüngesi arkadaşlarına dönmüşse, onay almak çok önemli oluyor. Bağ kurduğu kişiden onay alamamak çocuğu çok kırılgan hale getiriyor. Anne babalar da mükemmel olmasalar da çocuğu arkadaşları kadar kırmıyorlar. Çocuklar olgun olmadıkları için birbirlerini kırma yolları da olgun olmuyor.
5.Hislerle bağ kurmak: Şimdi duygular işin içine giriyor, sıcak hisler duyuyorsun, yakınlık, sevgi hissi. Çocuk için daha yoğun oluyor bu hisler. Ebeveynine duygusal olarak daha yakınlık duyan çocuk ebeveyninden uzak olmaya daha tahammüllü oluyor. Yani fiziksel olarak uzak olsa da arada duygusal bağ olduğu için zihninde tutuyor bu bağı. Bu bağ şekli de şöyle tehlikeli olabiliyor: Birine kalbini verirsen, kalbin kırılabilir. Sevip ızdırap çekmiş insanlar kırılmamak için daha az bağ kurma yollarını buluyorlar. Çocuklar bu kadar kırılgan olmak istemiyorlar. Bu derin bağ kurma riskli oluyorsa, o zaman daha ilkel bağ kurma ön plana çıkıyor. Arkadaşlarının yörüngesinde olan çocuklarda, bu derin bağlar çok kurulamıyor. Ebeveyne yörüngesini dönmüş çocuklar daha derin, sevgi bağları kurabiliyorlar.
6.En gelişmiş, sofistike bağ kurma şekli bilmek: Yakın hissettiğin biri tarafından bilinmek sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da bilinmek… İlkokul döneminde başlıyor. Çocuk yakın olmak istiyorsa sır paylaşmaya başlıyor. Ebeveyn odaklı çocuklar ona bakan kişiden sır saklamayı sevmiyor, sır saklarsa yakınlığın eksildiğini hissediyorlar. Arkadaş odaklı çocuklarda ise en yakın arkadaş bu rolü oynuyor. Birçok kişi arkadaşı onu yanlış anlar, reddeder, yargılar kaygısıyla sırlarını paylaşmıyor. Aslında sırlarımızı açtığımız kişiler kadar daha yakın olamayız birine. Terapistle kurulan güven dolu şifalandırıcı bir bağ gibi. Biri seni her halinle biliyor, senin sırlarını biliyor, olduğun gibi kabul ediyor. Gerçek psikolojik yakınlık çok ender görülen bir şey…
Bu 6 yolda da bağ kurma isteği var. Çocuk sağlıklı gelişiyorsa bu 6 yol birbirine çok sağlam örülüyor, en zor hallerde bile o kişi bağlarını sürdürebiliyor. Ne kadar az olgun olursa o çocuk, bebek gibi bağ kurma yöntemlerine başvuruyor. Arkadaşlarına yörüngesini dönmüş çocuklar daha az olgun kalıyorlar, duygusal olarak kırılgan oluyorlar, çok sınırlı ve yüzeysel bağlar kuruyorlar. Bağ kurmak için sürekli aynısı gibi olmak peşindeler, görüntü ve tavır aynı, zevk aynı, değer sistemleri aynı. Ebeveyni ile sağlıklı bağ kuramamış çocuklar sadece 2, 3 şekilde bağ kuruyor, bu bağlarda da çok yoğun duygusal ihtiyaç içinde oluyorlar…
Çocuklarımızla sağlıklı bağlar kurmak dileğiyle 🧚♀️
Bizler düşünce, fikir üreten varlıklarız. İnsanların ürettiği düşüncelerin toplamı kollektif bilinci oluşturuyor. İşte senin bu kollektife olan katkın ne? Nasıl düşünceler üretiyorsun gün içinde, bu düşüncelerin farkında mısın?
Titreşimi daha yüksek düşüncelerle, fikirlerle dans etmenin yolu frekansını yükseltmek… Frekansını yükselttiğin zaman öyle düşük titreşimli düşünceler zihnine tutunamaz! Karar ver o zaman! Nasıl düşüncelerle dans etmek istiyorsun? İlham kanalına açılmak istiyor musun?
Öncelikle sana, gelişimine hizmet etmeyen ne varsa hayatından çıkar! Sadeleş! İnsan beyni sembollerle çalışır…Bunun için işe eşyalarından başlayabilirsin… Sadece gerçekten işine yarayan, kullandığın ya da varlığından keyif duyduğun nesneleri tut hayatında!
Sonrasında seni aşağı çeken, desteğini hissetmediğin, samimiyetsiz, kalpten olmayan insanları çıkar hayatından! En önemlisi de birlikte yaşadığın insan… Onunla niçin birliktesin? Prestij, para, başkası ne der, ne düşünür, toplum tarafından onaylanmak, çıkar ya da çocuklar için mi?, düzen bozulmasın diye mi? Konforsuz konfor alanı diyorlar buna…
Kendine şunu sor ‘O kişiyle bir adaya düşmek ister miyin?’ Dürüst ol ve bu soru üzerinde düşün, yaz! Yalnız kalmamak içinse, gün sonunda iki kişilik bir yalnızlık çıkıyor ortaya. Birbirinin özlerine yabancı, birbirini gerçekten tanımayan, birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarına karşı duyarsız, gelişimine hizmet etmeyen sözde bir ilişki…
Var mısın her anlamda sadeleşmeye, bu hayatta cesaretle var olmaya? Kendin olmaya? Kabuklarını kırmaya? Yeniden doğmaya? Vizyonlarına, en yüksek potansiyeline doğru ilerlemeye?
Uzun süredir kabul edemediği bir gerçeği dün nihayetinde daha iyi anlamıştı, yolları çoktan ayrılmıştı aslında… O tüm içtenliğiyle hayallerini anlatmıştı ona, birlikte nasıl daha keyifli bir hayat yaratabileceklerinden heyecanla bahsetmişti. Meğer adam hiç oralarda değilmiş! İlgileniyormuş gibi yapmış bunca zaman! En sinir bozucu olan da kendince şaka yaptığını zannedip, dalga geçer modda konuşmasıymış! Hayellerini destelemeyecek insanlara kesinlikle hayallerinden bahsetmeyeceksin! Seni gitmek istediğin yoldan vazgeçirmeye çalışanlardan uzak duracaksın!
Sade minimalist, sürdürülebilir, doğayla dost bir yaşam istiyordu. Tan ise sistemin dayattığı alışılagelmiş bir yaşamdan yanaydı. Modern yaşamın insanı ev içinde iyice hareketsizleştirdiği, bilindik bir sistem…
Aynı vizyonu tabii ki istemek zorunda değillerdi, ama en azından açık olunabilirdi! Sade yaşadığı bu burukluğun üzerine youtube’u açtığında karşısına @yasabuhayati Tolga Yalçın çıktı. Bu kanal İstanbul’ dan göç edip Dalaman’ a yerleşmiş bir çiftin hikâyesini anlatıyordu. Videoda insanın hayallerini yaşamasından, ertelememesinden bahsediliyordu. Sanki sistem Sade’ye bir mesaj iletiyordu. Sonraki videoda ise Tolga Yalçın’ın Ahmet Çakır’ la olan sohbeti çıktı karşısına! @ahmetcakir Balıkesir Gönen’e bir arazi alıp yerleşmiş, 6-7 ay içerisinde tek başına kendi evini yapmış, bu sürede çadırda yaşamış ilham veren bir insandı. İnsana kendi gücünü hatırlatıyordu. Tüm bunlar tesadüf müydü? Tesadüflere inanmazdı ki! Sistem onunla konuşuyordu resmen! ‘Hayallerinden vazgeçme, inancını, hevesini kaybetme! Seni bu yolda desteklemeyecek insanlara da hayallerini anlatma!’ diyordu adeta! Videoyu izledikçe keyfi ve inancı artmıştı, böyle ilham veren insanların olması muhteşemdi! Kendine söz vermişti o an! Hayalleri gerçekleşmek üzere yola çıkmıştı bile!!!
Şu an herşey birden anlamını kaybetti tüm duygularım havada uçuşuyor, anlamsızlaşıyor gibi, biraz kızgınlık hissettim, sonra bu hisler yok olmaya başladı bile, anlamsızlaştı…
Olumlu hisler harika, olumsuzlar tukaka mı?? Hiç de değil! O hislerin de gelişimimize katkısı öyle çok ki! Biz neyi istiyoruz, sınırlarımız nelerdir? Bunların harika göstergesidir…
O günden beri kafamda @Zeynep Aksoy ‘ un söyledikleri yankılanıyordu. Önemli olan doğru tepkiyi verebilmek demişti.
Daha henüz bir Mevlana, Gandhi frekansına erişemedik, insan olma deneyiminden geçiyoruz. Bozuldun mu birilerine, söyleyeceksin, bilsin! Belki onun da bu insan olma deneyimine katkı sağlayacaksındır, rolün budur. Şu meşhur ben dilini kullanarak, olumsuz duygu düşüncelerimizi ifade etmemiz gayet de doğru bir tepki… Karşı taraf her türlü şeyi yapsın, yok ben mindfullness olacağım, açık, yargısız ve de arkadaşca olacağım demek herşeye amenna, artık hiç kızmadığın, hiçbir şeyden hoşlanmadığın ya da rahatsız olmadığın bir durum değildir!
İlişkinin canı, ana damarı geri bildirimdir…, ilişkiyi besler, güç kazandırır… Geribildirimin olmadığı yerde boşlukla konuşmak gibi bir duygu oluşur, söylediğin ya da yaptığın şey havada kalır…
Biri senin özenerek ve de zaman harcayarak hazırladığın şey için hiçbir geri bildirimde bulunmuyorsa, samimiyeti bi sorgularım ben… Geribildirimde bulunma nezaketi gösterilmiyorsa, o ilişkiye değer de verilmiyordur… Gerekeni yaptım ve doğru tepkiyi gösterdim… Ben dili kullanarak duygu ve düşüncelerimi karşı tarafa açıkça ifade ettim. Alttan almadım, yok saymadım bu durumu, ilişki ya biter, ya da güç kazanır göreceğiz….